24 Haziran 2006

brillant comme une larme


Salut Bertrand.

Acaba hangimiz kendimizden daha çok nefret ediyoruz? Sen sevdiğin kadını öldürdün, ben sevdiğim adam için kendimi öldürdüm. Bağımlı, saplantılı, sümüksü bir varlığa dönüştüm. Ona olan tüm sevgimi nefretime yatırdım ve ikisini de tükettim.

Şimdi herhangi bir insanı sevmekten o kadar çok korkuyorum ki. Daha doğrusu sevmekten değil, karşılığında sevilmemekten ve hunharca, hoyratça kullanılmaktan korkuyorum. Maddi ve manevi.

Bir daha bu derece aşağılık muamelesi görmekten ölesiye korkuyorum.

Sen de sevmekten korkuyorsundur herhalde. Kendinden korkuyorsundur, yapabileceklerinden. Yaptıklarından.

Hayatımda senden daha fazla konuşmayı istediğim bir insan olduğunu zannetmiyorum. Onu en çok sevdiğim zamanda bile bu derece Onunla konuşmak istemedim. Ona soracak hiçbir sorum yoktu çünkü. Cevapları Ona sormadan alabiliyordum.

Ama sen...Seninle pffuitt diye yok olmak istiyorum. Çingene müziğinde.

Onu sevmek istiyorum Bertrand. Ama O bunu kabul etmeyecek, biliyorum. Çünkü herhalde sevme şeklimdeki bir bozukluk yüzünden, hiç kimse benim sevgimi istemiyor.

Sonra da soruyorlar, "Niye kimseyi sevmiyorsun?" diye. Haha. Neden acaba...

12 Haziran 2006

strangeways here we come

Hayır, Moz konserini yazmayacağım. Bir ara onu da yazarım ama, şu an daha problematik komediler var.

Dün akşam pek çok komikti hakikaten. O kadar komikti ki üç kere ağlayıp iki kere sinir krizi geçirdim.

Sevgili kalıbının insanlar tarafından ne derece altı boşaltılmış, hiç bir anlam ifade etmeyen bir popülarite aracı olduğunu bir defa daha gördükten sonra, bu kelimeden niçin nefret ettiğimi daha iyi anlamış oldum. Daha önceden tam emin değildim hakikaten, ama şimdi net olarak biliyorum ki, insanlar ancak aldatacakları ve/veya aldattıkları insanlara sevgili derler. Kazığı götlerine koymadan önce "Yazıktır, sevildiğini zannetsin de mutlu olsun bari" diye düşündükleri için herhalde.




[Tematik açıdan: Film (Bin-Jip) yanlış, resim doğru.]


Aldatılan da aldatan da aldatana iştirak eden de ben değilim, peki elalemin derdi götümü mü deldi af buyrun? Daha çok şöyle oldu: Hayattaki en büyük amacım insanları oldukları gibi kabul etmek değil, ama anlamak. Herkesin neyi neden yaptığını anlamak istiyorum.

Ve anlamıyorum. Asla anlayamıyorum. İnsanın sevdiğini hangi nedenden ve/veya hangi amaçla aldatabileceğini anlayamıyorum. "Bir nefes alınması, bir değişiklik olması, rutinden sıkılınması" gibi ossuruktan cevaplar beni tatmin etmiyor. Aldatmaya inanmıyorum ama bir zina var.

Ona sormak istiyorum ama soramam.

Bir de dostluk kavramının birileri (anladın sen, aynı eşşoğlueşşek) tarafından "Dost addeddiğin kişiyi iliğine kemiğine kadar sömürmek, fütursuzca kullanmak, burnunu sümkürüp buruşturup atmak" şeklinde tanımlanması hadisesi var ama... Yoruldum galiba ben. Dünyanın, çevrenin, dost dediğim insanların bu kadar ikiyüzlü, çıkarcı ve iğrenç olması uykumu getiriyor.

Gene iki haftalık depresyon uykusuna mı yatsam acaba? O da mutlu olur hem.

düşünceli olmayı bırak düşünceli olmayı bırak düşünceli olmayı bırak

07 Haziran 2006

les fleurs du mal



Spleen şiirlerinden bir ikisi dışında hiç Baudelaire okumadım. Ama herşey gibi onu da biliyormuş gibi davranmayı çok seviyorum.

Ama Alice burada hakikaten bir kötülük çiçeği. Gözleri yeşil mi?

Sanırım böyle yalandan değil de gerçekten bunalım bir insan olmayı isterdim. Arada neşeleniyorum çünkü, o saf, katıksız depresyonu yakalayamıyorum. Bir türlü yaşamaya olan bütün inancımı bir anda kaybedemiyorum.

M.D. hiç sevmiyor bu Alice'i. Oysa sever normalde. Ben de severim. Bunu da seviyorum. Bana şaşırmış gibi geliyor, korkmuştan çok. Bu aralar kim ne yaparsa yapsın şaşıramadığım için şaşırma kavramı bana ilginç geliyor.

Bu resmin olduğu oyunu oynardık bir aralar, orta bişeydeyken. American McGee's Alice. Tee 8 yaşında DOS'ta oynadığım Wolfenstein 3D'den sonra bana kabus gördüren tek oyun. Ha bir de "Scout'un Barbar dolu bir köye girdi, rahmetliyi nasıl bilirdiniz" konulu Civ III kabusumsuları vardı ama, sokmuşum Scout'a zaten.

Düşes vardı, Alice'i tuttuğu yerde yiyerek öldürüyordu. Ama hemen değil. Bir odada kilitli kalıyordum Düşes'le. Düşes koskocamandı, ben küsküçüktüm. Silah olarak bir bıçağım, hiç birşeye yaramayan iskambil kağıtlarım ve el bombası niyetine bir jack in the box'ım vardı. Jack yalnızca bana acı veriyordu, Düşes ise orgazmik bir haz duyuyordu Jack'ten. Ve tuttuğu yerde... biraz ısırıyordu. Öldürmeyecek ama ölüme yaklaştıracak kadar. Üç kez yakalarsa...

[O da aynı şeyi yapıyor. Tek seferde öldürmüyor. Her seferinde az biraz yok ediyor ruhumu. Ama tamamiyle değil. Prometheus'un karganın yediği yerden her gün yeniden büyüyen ciğeri gibi, her gün yerine tamamlanıyor ruhum, ve o yine ısırıyor. Ve ruhum yerine tamamlansa da hafızama kazınıyor herşey. Ve bu işkence sonsuza kadar devam edecek. O istediği sürece.]

06 Haziran 2006

tantum verde gargara

Nasıl, yeterince karizmatik oldu mu bu başlık? Yemin billah diyorum yazının geri kalanıyla hiç bir alakası olmayacak, o derece alakasız, fuck da world ve isyankar bir başlık kendisi. Aşık oldum ona ben. Anneye söyleyim de bir tane getirsin bari akşama, lıkır lıkır içicem şerefsizim.

Hassiktir başlık hakkında konuştum.

Şimdi şöyle birşey var (19 kere ÖSS'ye girdim halen "bir şey" mi "birşey" mi karar veremiyorum, tedirgin oluyorum yazarken), Moz'un aklına esmiş de bir gün "Piazza Cavour, what's my love for?" demiş. Ne demek bu şimdi? Piazza Cavour'un olayla alakası nedir? Üzülerek belirtmeli miyim acaba: "Karagümrük yanıyor, polis beni arıyor" bana şahsen bu satırdan daha fazla mana (if not ehemmiyet) ifade ediyor. Ki ikisinde de yer ismi geçiyor, yani öyle ortadan seçmedim ben bu sözü. İstirham ederim.

Allah belamı versin benim.

Yazmam gereken sayfalarca Gramsci ödevi var, benim burada yediğim halta bak. Piazza da Cavour da bana girsin inşallah.


Bugünlük yeterince karizmatik olduğum kanaatindeyim.

ben de entel olabilirim pekala

Ki ben şimdiden gıcık oldum bile bu hadiseye. Niçin Tahoma yok arkadaşım font olarak? Trebüşe'yi sevmediğimizi neden anlatamıyoruz ben anlamadım ki? Bu vasat Verdana fontuna mı kaldı benim nadide fikirlerim, dünya görüşlerim, ve dahi sevgilerim? Neyse Allah korusun, Comic Sans MS de koyabilirlerdi de tüm bu site Comic Sans'ın dünyadaki en estetik şey olduğunu düşünen zevk fukaralarına kalırdı.

Aslen isyankar olmak için girdim bu mekana. Zira karizmatik insanlardan nefret ediyorum.

Hakikaten.

İşte böyle şeyler yapan insanlardan nefret ediyorum. Böyle tek kelimelik paragraf yapıp canım mekanı ziyan eden gençlerden, gencolardan, ve dahi alternolardan. En çok da bu sonuncuları sevmiyorum galiba. Radiohead dinlemeyi alternatif, dolayısıyla karizmayla taltif edilmiş birşey zannettikleri için Radiohead'i mainstreamin, plastic popun allahı haline getirenleri.

Bu son yaptığım gibi konuşanları da sevmiyorum. "Teeey siz bezi boklu bebeler iken, kısa pantolonla gezer iken biz Fitter Happier'ı hatmederdik, efenime söliim Creep'in akorlarını da ilk ben çıkardım zaten, sene 90 (yuh davar)" insanlarını. "Bi sen biliyosun mına koyim" demek istiyorum o insanlara.

Kimseyi sevmiyorum lan ben hakikaten. Ne İsa'yı seviyorum ne Musa'yı. Ama ikisine de yaranmak isterim o ayrı.

Ama yine de en çok kendimi sevmiyorum, standart, ortodoks bir alterno olarak. İki şarkısını dinleyip bir cinsel tercihini duyup Moz hayranı olurum, Arctic Monkeys ise sadece bir klibe bakar. Böyle de prensipli bir insanım netekim.

Ölmüşüm de ağlayanım yok be annem.